1937 yılında Karabük, Safranbolu’ya bağlı Öğlebeli Köyü’nün bir mahallesi konumundayken, 1935 yılında açılan Ankara-Zonguldak Demiryolu sayesinde stratejik bir öneme kavuşmuştur. 3 Nisan 1937 tarihinde, Atatürk’ün öncülüğüyle İsmet İnönü tarafından Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli atılmıştır. Artan nüfus yoğunluğu nedeniyle, Karabük’te 25 Haziran 1939’da belediye teşkilatı kurulmuştur.
1941 yılında Safranbolu’ya bağlı bir bucak haline gelen Karabük, 3 Mart 1953 tarihinde 6068 sayılı kanunla Zonguldak’a bağlı bir ilçe statüsü kazanmıştır. Daha sonra, 6 Haziran 1995 tarihinde 22305 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Çankırı’dan Ovacık ve Eskipazar, Zonguldak’tan Safranbolu, Yenice ve Eflani ilçelerinin birleşmesiyle Türkiye’nin 78. ili olmuştur.
4145 km² yüzölçümüne sahip olan Karabük, Batı Karadeniz Bölgesi’nde yer alır. Kuzeyde Bartın, kuzeydoğu ve doğuda Kastamonu, güneydoğuda Çankırı, güneybatıda Bolu ve batıda Zonguldak ile komşudur. Başkent Ankara’ya 230 km, İstanbul’a ise 400 km mesafededir. İlin en önemli akarsuyu Filyos Çayı olup, Araç, Soğanlı ve Eskipazar Çayları da diğer dikkat çeken su kaynaklarıdır.
Karabük’ün coğrafi yapısı genel olarak engebelidir ve geniş düzlük alanlara rastlanmaz. Vadi tabanlarında tarıma elverişli ancak sınırlı miktarda arazi bulunur. Yerleşim yerleri genellikle bu vadi tabanlarına yakın bölgelerde yoğunlaşmıştır. İl sınırlarının büyük bir bölümü (Safranbolu’ya bağlı Ovacuma ve Eflani’ye bağlı Uluyayla hariç) Filyos Havzası içerisinde yer almaktadır.
Safranbolu, geleneksel evleriyle tanınan ve mimarisiyle hayranlık uyandıran bir şehirdir. Bu evlerin tasarımında yalnızca barınma ihtiyacını karşılamak değil, huzur ve mutluluğu her alanda sürdürmek esas alınmıştır. Evler, sokaklar, bahçeler ve çarşılar, insan ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş ve yaşamla uyumlu bir şekilde düzenlenmiştir. Bu özellikleriyle Safranbolu, “kentler insanlar içindir” tanımını en iyi şekilde hak eden şehirlerden biridir.
Geleneksel şehirlerin temel unsurları arasında çarşı, han, hamam ve cami gibi yapılar yer alırken, Safranbolu’da bu yapılar 400 yıllık bir süreçte gelişmiş, çeşitlenmiş ve kentin kültürel zenginliğine katkı sağlamıştır. Şehirde kışlık yerleşim, vadinin korunaklı bir bölgesinde, doğa koşullarına uygun şekilde kurulmuştur. Çevresi dereler ve tepelerle çevrili olan yerleşim, “Kale” olarak adlandırılan bir tepenin etrafında şekillenmiştir.
Dereler, taşkınlara karşı doğal bir koruma sağlamakla kalmayıp, dericilikte kullanılan su kaynaklarını ve taban suyunu da desteklemiştir. Şehirden yaklaşık 2,5 kilometre uzaklıkta bulunan “Bağlar” ise yaylaya benzeyen geniş düzlük alanlardır. Zamanla bu alanlar yaz aylarının geçirildiği yerleşim yerleri olarak önem kazanmıştır.
1196 yılında Safranbolu, Türklerin egemenliğine girmiş ve Dadibra adlı Rum kalesi, Zalifre adıyla anılmaya başlanmıştır. Özellikle 14. yüzyılda, Kastamonu merkezli Candaroğlu Beyliği ile Osmanlılar arasında el değiştiren Safranbolu, bu dönemde büyük bir önem kazanmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda ise Osmanlı Sarayı’nda görev alan Safranbolulu devlet adamlarının katkılarıyla, şehrin sokakları ve yapıları adeta ihtişamla süslenmiştir. Örneğin, Türklerin Safranbolu’ya yerleşmesinden önce veya Candaroğulları döneminden kalma olan Eski Cami, Eski Hamam ve Medrese gibi yapılar bulunmasına karşın, 17. yüzyılda Safranbolu önemli bir mimari yenilikle şekillenmiştir.
Padişah I. İbrahim döneminde, Osmanlı Sarayı’nda padişah hocası ve Anadolu kazaskeri olan Safranbolulu Karabaşzade İbrahim Efendi’nin oğlu Molla Hüseyin (Cinci Hoca), pazar yerine kadar uzanan kemerli tüneller üzerine bir hamam ve bir han inşa ettirmiştir. Ayrıca, bu kemerlerin altındaki dereye taş kanallı sistemle şehir kanalizasyonu bağlanmış ve bu uygulama, belki de Anadolu’da ilk kez gerçekleştirilmiştir. Bugün, gizemli bir hava katmak amacıyla Cinci Hamamı olarak bilinen hamam, eski hamamdan sonra yapıldığı için halk arasında ‘Yeni Hamam’ olarak adlandırılmaktadır.